MURİS MUVAZAASI DAVASI


MURİS MUVAZAASI DAVASI
Bursa da bulunan  Güre Hukuk Bürosu alanında uzman kadrosuyla miras hukuku alanında müvekkillerine hizmet sunmaktadır. Bu hizmetlerden bir tanesi de muris muvaazası davalarında avukatlık ve danışmanlık hizmeti vermektir. İlk olarak muris muvazaasının tanımı yapılacak ardından Yargıtay kararı paylaşılıp miras hukuku hakkında genel bilgiler verilecektir. Daha ayrıntılı bilgi almak ve hizmetlerimiz konusunda iletişime geçmek için İletişim bölümüne bakabilirsiniz.

Mirasbırakan malvarlığının kanunda gösterildiği şekilde mirasçıların saklı payını korumaksızın bir veya birkaç mirasçıya satmış gibi göstererek diğer mirasçılarının malvarlığından yararlanmasını engellemek amacıyla yapılan muvazaa türüdür. Bu kapsamda da kişinin bu yapmış olduğu işlemlerin geçersizliğinin ileri sürülmesi gerekmektedir. Yıldırım Hukuk Bürosu olarakta bu kapsamda muris muvaazası davası açmakta ve takiplerini yapmaktayız.

MURİS MUVAZAASI HAKKINDA EMSAL KARAR

AKİTTE GÖSTERİLEN BEDEL İLE GERÇEK BEDEL ARASINDA FAHİŞ FARK VAR İSE DE, BU HUSUSUN TEK BAŞINA MUVAZAANIN KANITI SAYILAMAYACAĞI DA AÇIKTIR.

Aşağıda ilgili karar bulunmaktadır:

T.C.

YARGITAY

1. HUKUK DAİRESİ

E. 2014/12665

K. 2014/14001

T. 11.9.2014

DAVA : Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

KARAR : Asıl ve birleşen dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, asıl ve birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; mirasbırakan Y.E.’ın çekişme konusu 200 ada 101 parsel sayılı taşınmazdaki 2 nolu bağımsız bölümü oğlu davalı Rıdvan’a, aynı taşınmazdaki 3 nolu bağımsız bölümü ise oğlu Rıdvan’ın 14.12.1994 tarihinde boşandığı davalı Mükkerrem’e 03.01.2006 tarihli satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarihli, 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706., Borçlar Kanunun 213. (6098 sayılı Türk Borçlar Yasasının 237.) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Somut olaya gelince; murisin 1927 doğumlu olup, uzun zamandır davacı eşiyle ayrı yaşadıkları, yalnız ve 2004 yılından beri felçli olan murisin bakıma muhtaç olup, bakımının davalı oğlu Rıdvan ve diğer davalı Mükkerrem tarafından yapıldığı, öte yandan, davalı Mükkerrem’in dava konusu 3 nolu bağımsız bölüm bakımından bankadan kredi temin etmek suretiyle satış bedelini murise ödediğini savunduğu ve bu yönde banka dekontları ibraz ettiği görülmektedir.

Hemen belirtilmelidir ki; satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet ya da emek de olabileceği kabul edilmelidir. (HGK.'nun 29.4.2009 gün 2009/1-130 S.K.) Esasen, yukarıda da değinildiği üzere muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 1.4.1974 gün 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında miras bırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma olması halinde uygulanabilirliğinin kabulü gerekir. Başka bir ifade ile murisin iradesi önem taşır.

Yukarıda değinilen somut olgular, açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde miras bırakanın dava konusu 2 nolu bağımsız bölümü temlikinde gerçek irade ve amacının diğer mirasçılardan mal kaçırma olmadığı, kendisi ile ilgilenen, bakımını yapan oğlu Rıdvan’a bakılmasından duyduğu minnet sonucu devri yaptığının kabulü gerekir. Diğer taraftan, akitte gösterilen bedel ile gerçek bedel arasında fahiş fark var ise de, bu hususun tek başına muvazaanın kanıtı sayılamayacağı da açıktır.Öte yandan, davalı Mükerrem yönünden ise, bankadan kredi alınmak suretiyle 3 nolu bağımsız bölümün bedelinin murise ödendiği, ayrıca davalı Mükkerrem’in oğlunun dedesi olan murisin bakımınada diğer davalı Rıdvan’a yardım ettiği, murisin yıllar önce oğlundan boşanan davalı Mükkerrem’e bedelsiz devir yapmış olmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı sonucuna varılmaktadır.

Ayrıca, her ne kadar bir kısım tanıklar murisin hukuki ehliyete haiz olmadığı yönünde beyanlarda bulunmuşlarsa da, davacının ehliyetsizlik iddiasıyla açtığı bir dava bulunmadığı gibi, daha önce murise vasi tayini için açılan Karabük Sulh Hukuk Mahkemesinin 2005/513 esas, 2005/834 karar sayılı dosyasında alınan Karabük Devlet Hastanesinin 23.11.2005 tarihli sağlık kurulu raporu ile mirasbırakan Y. E.’ın vasi tayinini gerektirir bir akıl hastalığının bulunmadığı belirtildiğine göre aksi yöndeki tanık beyanlarına itibar edilemeyeceği de açıktır.

Hal böyle olunca, asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

SONUÇ : Davalı mirasçılarının bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.9.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

GENEL OLARAK MİRAS HUKUKU

Miras hukuku alanı 4721 sayılı 2001 tarihli Medeni Kanunun üçüncü kitabında düzenlenmiştir. Bu kapsamda ilk olarak mirasçıların kanun hükmündeki tanımlarına bakılması gerekir:

Madde 495- Mirasbırakanın birinci derece mirasçıları, onun altsoyudur. Çocuklar eşit olarak mirasçıdırlar. Mirasbırakandan önce ölmüş olan çocukların yerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır.

Madde 496- Altsoyu bulunmayan mirasbırakanın mirasçıları, ana ve babasıdır. Bunlar eşit olarak mirasçıdırlar. Mirasbırakandan önce ölmüş olan ana ve babanın yerlerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır. Bir tarafta hiç mirasçı bulunmadığı takdirde, bütün miras diğer taraftaki mirasçılara kalır.

Madde 497- Altsoyu, ana ve babası ve onların altsoyu bulunmayan mirasbırakanın mirasçıları, büyük ana ve büyük babalarıdır. Bunlar, eşit olarak mirasçıdırlar. Mirasbırakandan önce ölmüş olan büyük ana ve büyük babaların yerlerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır. Ana veya baba tarafından olan büyük ana ve büyük babalardan biri altsoyu bulunmaksızın mirasbırakandan önce ölmüşse, ona düşen pay aynı taraftaki mirasçılara kalır. Ana veya baba tarafından olan büyük ana ve büyük babaların ikisi de altsoyları bulunmaksızın mirasbırakandan önce ölmüşlerse, bütün miras diğer taraftaki mirasçılara kalır. Sağ kalan eş varsa, büyük ana ve büyük babalardan birinin mirasbırakandan önce ölmüş olması hâlinde, payı kendi çocuğuna; çocuğu yoksa o taraftaki büyük ana ve büyük babaya; bir taraftaki büyük ana ve büyük babanın her ikisinin de ölmüş olmaları hâlinde onların payları diğer tarafa geçer.

                  Bir diğer önemli konu ise vasiyet durumudur:

Madde 502- Vasiyet yapabilmek için ayırt etme gücüne sahip ve onbeş yaşını doldurmuş olmak gerekir

Kişinin vasiyet yapabilmesi için ayırt etme gücüne sahip olması gerekmesi açık ve emredici şekilde kanun hükmünde belirtilmiştir.

                  Miras bırakanın tasarruf hakkına bakıldığında ise:

Madde 505- (Değişik birinci fıkra: 4/5/2007-5650/1 md.) Mirasçı olarak altsoyu, ana ve babası veya eşi bulunan miras bırakan, mirasının saklı paylar dışında kalan kısmında ölüme bağlı tasarrufta bulunabilir. Bu mirasçılardan hiç biri yoksa, mirasbırakan mirasının tamamında tasarruf edebilir.

                  Bu kanun maddesinde önemli olan nokta saklı paylardır. Yani mal kaçırma olmaması için saklı payların korunması gerekir.

SAKLI PAY NEDİR?:

Madde 506- Saklı pay aşağıdaki oranlardan ibarettir:

1. Altsoy için yasal miras payının yarısı,

2. Ana ve babadan her biri için yasal miras payının dörtte biri,

3. (Mülga: 4/5/2007-5650/2 md.)

4. Sağ kalan eş için, altsoy veya ana ve baba zümresiyle birlikte mirasçı olması hâlinde yasal miras payının tamamı, diğer hâllerde yasal miras payının dörtte üçü.

Bu bakımdan kanun maddesinden anlaşılacağı gibi yukarıdaki oranlarda saklı pay bırakılmaksızın ölüme bağlı tasarruflarda bulunamaz.

Fakat bu saklı paylardan da mirasçıyı çıkarmanın imkanı bulunmaktadır:

Madde 510- Aşağıdaki durumlarda mirasbırakan, ölüme bağlı bir tasarrufla saklı paylı mirasçısını mirasçılıktan çıkarabilir:

1. Mirasçı, mirasbırakana veya mirasbırakanın yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemişse,

2. Mirasçı, mirasbırakana veya mirasbırakanın ailesi üyelerine karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemişse.

Bir mirasçının mirastan bir karşılık sağlayarak veya sağlamadan da mirastan feragat etmesi mümkündür:

Madde 528 - Mirasbırakan, bir mirasçısı ile karşılıksız veya bir karşılık sağlanarak mirastan feragat sözleşmesi yapabilir.

Feragat eden, mirasçılık sıfatını kaybeder.

Bir karşılık sağlanarak mirastan feragat, sözleşmede aksi öngörülmedikçe feragat edenin altsoyu için de sonuç doğurur.

Vasiyet ne şekilde olmalıdır?

Madde 531- Vasiyet, resmî şekilde veya mirasbırakanın el yazısı ile ya da sözlü olarak yapılabilir.

Bu bakımdan vasiyet üç şekilde olabilmektedir. Resmi şekilde, el yazısı ile veya sözlü olarak mirasbırakan vasiyet edebilir.

El yazısı ile mirasbırakan vasiyetname yazıyorsa:

Madde 538- El yazılı vasiyetnamenin yapıldığı yıl, ay ve gün gösterilerek başından sonuna kadar mirasbırakanın el yazısıyla yazılmış ve imzalanmış olması zorunludur. El yazılı vasiyetname, saklanmak üzere açık veya kapalı olarak notere, sulh hâkimine veya yetkili memura bırakılabilir.

Şeklinde düzenlenmiştir. Bu bakımdan yıl, ay ve gün gösterilmesi gerekir.

Sözlü vasiyet ne şekilde olmalıdır?

Madde 539- Mirasbırakan; yakın ölüm tehlikesi, ulaşımın kesilmesi, hastalık, savaş gibi olağanüstü durumlar yüzünden resmî veya el yazılı vasiyetname yapamıyorsa, sözlü vasiyet yoluna başvurabilir.

Bunun için mirasbırakan, son arzularını iki tanığa anlatır ve onlara bu beyanına uygun bir vasiyetname yazmaları veya yazdırmaları görevini yükler.

Resmî vasiyetname düzenlenmesinde okur yazar olma koşulu dışında, tanıklara ilişkin yasaklar, sözlü vasiyetteki tanıklar için de geçerlidir.

Bazı durumlarda mirasbırakan sözlü vasiyetname bırakmak zorunda kalabilir. Bunun şartları ise takriri şekilde belirtilmese de örnek olarak ölüm tehlikesi, savaş gibi olaylar verilmiştir. Bu durumlarda kişi sözlü vasiyet verebilir. Fakat bunun için iki tanığa anlatması ve bu tanıkların vasiyetname yazmaları gerekir.

Miras sözleşmesi nasıl düzenlenir?

Miras sözleşmesi resmi şekilde düzenlenmesi gerekir.

Miras konusunda davalar ne zaman açılır?

Madde 575- Miras, mirasbırakanın ölümüyle açılır. Mirasbırakanın sağlığında yapmış olduğu mirasla ilgili kazandırmalar ve paylaştırmalar, terekenin ölüm anındaki durumuna göre değerlendirilir.

Bu durumda miras davaları mirasbırakan ölümü olmadan açılmasının imkanı yoktur.

Miras davaları nerelerde açılır?

Miras bırakanın yerleşim yerinde açılır.

Mirasçılar mirası ne zaman kazanırlar?

İlgili kanun hükmü:

Madde 599- Mirasçılar, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanırlar.

Kanunda öngörülen ayrık durumlar saklı kalmak üzere mirasçılar, mirasbırakanın aynî haklarını, alacaklarını, diğer malvarlığı haklarını, taşınır ve taşınmazlar üzerindeki zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanırlar ve mirasbırakanın borçlarından kişisel olarak sorumlu olurlar.

Atanmış mirasçılar da mirası, mirasbırakanın ölümü ile kazanırlar. Yasal mirasçılar, atanmış mirasçılara düşen mirası onlara zilyetlik hükümleri uyarınca teslim etmekle yükümlüdürler.

Mirasçılar mirasbırakanın ölümü ile bütün olarak malvarlıklarını kazanırlar.

Zamanaşımı ne kadardır?

10 yıldır.

HİZMETLERİMİZ VE İLETİŞİM

Bursa miras avukatı olarak:

Miras sözleşmesinin yapılması konusunda profesyonel yardım
Miras davalarının takibi
Mal kaçırma davaları
Vasiyetnamelerin düzenlenmesi
Veraset ilamının alınması
Miras feraget sözleşmesinin yapılması
Muris muvaazası davalarının takibi
Ölünceye kadar bakma sözleşmesinin düzenlenmesi
Gibi hizmetlerimizden daha ayrıntılı şekilde yardım ve hizmet almak için iletişim bölümümüzden Güre   Hukuk Bürosuna ulaşabilirsiniz.